Marka Bilinirliği kavramını marka/işletme üzerinden değil, kişi/birey üzerinden incelediğimizde daha somut anlaşılacağı kanaatindeyim.

Arkadaşlarımız, akrabalarımız, komşularımız, iş veya okul çevremiz, üyesi olduğumuz dernek, parti ya da benzer sosyal gruplar, sosyal medyadaki arkadaş listemiz ve bunlar gibi çevrelerde bizim de birey olarak bir “bilinirliğimiz” vardır. Bu bilinirliği herkes bizzat kendisi oluşturur.

Bu bilinirlikte önem verdiğimiz nokta ne kadar kişi tarafından biliniyor olmamız mı, yoksa bilenler tarafından “nasıl biliniyor” olmamız mı?

Bir marka için “çok bilinmesi” kadar “nasıl bilindiği” de önemlidir.

 

Kötü Bilinmek

Oturduğumuz evin yakınlarında adını, mesleğini, yaşını, hatta görüntüsünü bile bilmediğimiz ama;
“gecenin bir vaktinde naralar atan, sık sık ailesiyle sokaklara taşacak kavgalar eden, etrafı kırıp dökerek ve küfürler savurarak insanları rahatsız eden kişi” olarak tanımlayabileceğimiz biri var.

Bilinirliği tüm mahalledeki diğer kişilerden daha yüksek.
Mahallede kendi sesinin ulaştığı ve kapısının önüne sık sık gelen polis-ambulans ışıklarının ulaşabileceği her yerden “bilinir” bu kişi.
Kime sorsanız “bilir”.
Ama adını sorsanız bilinmez.
Ne iş yaptığını sorsanız, iş yerinin nerede olduğunu sorsanız kimse bilmez, bilmeyi de istemez.
Kendisiyle bir işinizin olup olmayacağı konusunda hiç tereddütsüz “hayır” dersiniz.
“Bilinirliği” kendisine fayda değil zarar sağlamaktadır.

Bilinirliği artırmanın en hızlı yolu “kötü bir iş” yapmaktır. Özellikle de günümüzde “kötü bilinmekten” kaçış neredeyse imkansızdır. Bir markanın, partinin, derneğin, okulun ya da bir kurum ya da kişinin işlediği bir suç, yaptığı bir gaf, konuştuğu yanlış bir söz, kullandığı aptalca bir slogan ya da yaptırdığı kötü bir reklam, bundan önceki dönemlerde kısmen gizlenebilir ya da fazla ortaya çıkmadan üstü kapatılabilirdi. Bugün bu mümkün değil. Bir paylaşıma bakar her şey. Dakikalar içinde bilinirliğiniz bütün evrene yayılır Allah muhafaza 🙂 Üstelik günlerce, aylarca, yıllarca her türlü dijital platformda karşınıza çıkar. Hayatınız boyunca hiç karşılaşma ihtimaliniz olmayan kişiler tarafından lanetlenebilirsiniz. Issız bir köşede kendinizi unutturmak için, o güne kadar marka bilinirliğine harcadığınız paranın on katını harcamaya razı olacak duruma gelirsiniz.

Yakın zamanda Çiftlikbank diye bir marka gündeme geldi. Bir gün içinde ülke genelinde çiftlikbank markası hakkında bilgisi olmayan kimse kalmadı neredeyse. Sadece adı duyulmakla da kalmadı, ne iş yapıyormuş, nasıl bir sistemi varmış, ne zaman kurulmuş, ne kadar kişiye ulaşmış, neler dönmüş hepsi yazıldı, okundu, paylaşıldı, yorumlandı. Sonuç olarak “marka bilinirliği” zirve yaptı.

Nasıl biliyoruz?
Kötü biliyoruz.

 

Eksik Bilinmek

Sabah evden çıktığınızda, kendinizle ilgili “marka bilinirliği” ve “marka konumlandırma” çalışmalarınız başlamış olur. Asansörde karşılaştığınız kişiyle selamlaşma şekliniz, onun işiyle ilgili, sizin işinizle ilgili yapacağınız kısa muhabbet, bahçede karşılaştığınız kişilerle diyaloğunuz, sizin “nasıl bir kişi” olduğunuz noktasında bir bilinirlik oluşturacaktır.

Otobüste, serviste, iş yerinizde, okulunuzda ya da bulunduğunuz toplumsal grubun içinde yapacağınız her hareket, konuştuğunuz her söz, davranışlarınız, sesinizin tonu, elbisenizin rengi, saçınız, sakalınız, bıyığınız, takılarınız, eşyalarınız ve kendinizle ilgili dikkat etmediğiniz en ufak ayrıntılar bile sizin kişisel markanızı oluşturur.

Eğer kimseyle konuşmazsanız, ya da kendiniz hakkında fazla bilgi içermeyen bir kaç kısa cümle ve hareketle günü tamamlayıp eve dönerseniz, insanlar sizi “gri elbiseli, ne iş yaptığını bilmediğimiz, neye kızar, neyi sever hiçbir fikrimizin olmadığı kişi” olarak tanır ve hiçbir zaman hiçbir şey için size başvurmazlar.

Bilinirsiniz ama kimin ne işine yarayacağınız hakkında hiçbir bilgi içermezsiniz.

Nasıl biliyoruz?
Tam olarak bilmiyoruz.

 

Yanlış Bilinmek

Davranışlarınız, konuşmalarınız, tavırlarınız insanların size ne zaman ne için müracat edecekleri, sizden ne isteyebilecekleri, ticaret, sanat, spor, seyahat gibi aktiviteler ya da benzeri konularda, birlikte neler yapabilecekleri konusunda sizinle ilgili bir bilinirlik oluşturur. Bu ayrıntılar, marka bilinirliğiyle birlikte marka konumlandırmanızı da belirlemektedir.

Birincisi, ilk akla gelmekse, ikincisi hangi nedenle akla gelmek olacaktır.

Davranış ve tavırlarınızda tutarsızlık olursa, net ve anlaşılır olmazsanız, insanlar sizinle bir aktiviteye girme konusunda çekimser olacaktır. Bu şekliyle sizinle ortak bir şeyler yapmaya kalkıştıklarında, aslında sizi yanlış tanıdıklarını, birlikte yapmak istedikleri şeyle ilgili olmadığınızı görecekler ve sizden uzaklaşacaklardır. Bu şekilde çevrenizle iletişiminiz kısıtlı hale gelecek, selamlaşmadan ibaret olacak, belki bir süre sonra o bile kalmayacaktır.

Nasıl biliyoruz?
Yanlış biliyormuşuz.

 

Sürekli Bilinmek

“İlk akla gelen marka” veya “tanınmış marka” olmak istiyorsanız, bilinirlik faaliyetlerinin bir gün ya da bir hafta belirli bir mecrada gerçekleşmiş olması yetmez. Aylarca hatta yıllarca aynı şeyleri yapmanız gerekir ki marka bilinirliğiniz yerleşsin, pekişsin. Çünkü insanlar otobüste, serviste, okulda, iş yerinde sadece sizinle karşılaşmıyorlar, sizin gibi yüzlerce kişiyle muhatap oluyorlar.

Sizinle birlikte çözebilecekleri bir şeyle karşılaştıklarında ilk akla gelen isim olmanız için, onlarla bir iki defa karşılaşmış olmanız yetmez. Aynı şeyi defalarca tekrarlamanız gerekir. Gün içinde binlerce markayla muhatap olan zihinlerde sizi hatırlatacak özelliklerinizin her gün her gün o zihinlere işlenmiş olması gerekir. Aksi halde çok kısa sürede unutulursunuz.

Nasıl biliyoruz?
Bilemedik, kimdi o?