İkibinli yılların başları…

Grafik odasında ben, iki grafik tasarımcı ve Faysal abi olurduk.

Sabah ben ve grafik tasarımcı iki arkadaş gelir işe başlardık. Faysal abi de gelip diğer bilgisayarda oyun oynar, arada ayağa kalkar volta atar, mutfağa gider çay-kahve alır, arada bize de getirir ikram ederdi.

Sürekli sigara içer, sürekli çay içer ve hiç susmadan bir şeyler anlatırdı. Hiç susmadan…

Anlatırken kimsenin gözüne bakmadığı için kimse dinlemezdi. Cümle sonlarını onaylatmak için biriyle göz göze gelir, dimi abi? derdi baskın bir sesle. Göz göze geldiği kişi hee, haa, evet abi, hııhım, haklısın şeklinde cevaplayıp işine devam ederdi.

Bir keresinde son cümlesinde benimle yüz yüze gelmişti ve hararetle anlattığı cümleleri tamamlayıp e biz de eşek değiliz dimi abi diye bitirmişti. Tamamen ekrandaki işe odaklandığımdan ne anlattığıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu, hatta sorduğu soruya da odaklanamamıştım, bir saniye kadar yüzüne anlamsız bakıp değil miyiz abi demişim. Bir kaç saniye donuk donuk gözüme baktı, konuşmaya devam etti…

Cümlenin sonunu kime onaylatacağı çok önemli değildi, yürüyüş yönünde göz göze gelmeye kim müsaitse ona onaylatırdı.

Anlattığı şeyleri dinlerken, müzik listesinde sabit bir liste varmış da, her gün o listeyi dinliyor gibi olmuştuk artık.

Her sabah mutlaka pastanede, minibüste, kapı girişinde birisi Faysal abiye şekil yapar ve bu da bir şekilde haddini bildirip ofise gelirdi. Zaten konuya öyle başlar, akşama kadar anlatırdı.

 

-Poğaça almaya girdim, adama parayı uzattım almadı, oradan bana terbiyesizlik yaptı.
Ne yaptı tam olarak bilinmiyor.

-Sonra elimi uzattım, bunu tezgahın arkasından çekip orta yere fırlattım.
Nasıl yani!?

-Sonra bir baktım omzumda bir el, arkamı döndüm ki senin benim iki katım bir adam, tuttum bunu kolundan tezgahın arkasına fırlattım.
Arkadakileri öne, öndekileri arkaya fırlatıyor. 😊

-Lanet olsun simidi de parayı da tezgaha bırakıp çıktım, neyse oradan eczaneye geçtim.
Bu ara eczaneye neden geçtiğini, bir alt başlıkla yaklaşık bir saat anlatır, kurtulamazsınız öyle eczaneye geçtim demesiyle.

-Baktım eczanede yaşlı biri, yüzüme bakmadan bekleyeceksiniz beyefendi filan bir şeyler diyor, parayı camın üstüne öyle bir vurdum ki, cam çatladı, çıktım oradan da öylece…

Bunları dinlerken bir ara Dumb and Dumber filminin restoran sahnesi gibi sahneler belirmeye başlar gözünüzün önünde; hamurhaneden beyaz kepli biri çıkar, elinde mınçıka çevirerek gelir, sonra bizimki adamın kafasını koparıp ekmek poşetine koyar, sallayarak karşıdaki eczanenin camından içeri atar, sonra yüzünüzü silkeleyip kendinize gelip işinize devam edersiniz.

Bazen de Stallone filmi izliyor gibi hissedersiniz; gözünde gözlük, elinde eldiven, karşısına çıkıp adres soranın bile kıçını tekmeleyip, ağzını burnunu tek eliyle tutup yere yapıştıran filmin kahramanı ajansa giriş yapıyor gibi…

Sonra yine silkelenip önünüzdeki işe devam edersiniz…

Her gün farklı olaylar…
Dolmuşta Faysal abiye sarkıntılık yapanlar, parasının üstünü vermeyen dolmuşçu, parasını çalan önde oturan “yavşaklar”, otobüste kucağına oturanlar, üstüne uzanıp uyuyanlar hiç bitmezdi.

Sayı yarıştırmayla ilgili bir takıntısı vardı. Bir filmden bahsedersiniz, bizim arkadaş onu yedi yüz elli defa izledi, filmin tüm saniyelerini ezbere biliyor derdi.

Söylediği film vizyona gireli bir yıl olmuş, çıktığı günden beri hiç durmadan sadece filmi izlese, saat yetmeyecek yani günümüze gelene kadar. Öylece dinler, cevap vermezdik.

Ünlülerle ilgili yakınlık kurma takıntısı vardı. Hımm, bu adamı var ya, sokakta buldum ben, baktım üstü başı yırtık, bir köşede yatıyor, içmiş sızmış iyice, gel abicim dedim, aldım evine götürdüm demişti bir ünlü için. Bir şarkı çalmaya başlar, hiç sevmem bunu, benim amcamın oğlu olur, şerefsiz! Borcu var bana, ödemedi üstüne yattı paraların gibi şeyler söyler.

Büyük bir şirketin önünden geçmiş olsa, burada genel müdürlük yapmıştım diye anlatırdı.

Önemli bir kariyerle ilgili konu açıldığında amcasının oğlu veya dayısının oğlunun o işte dünyanın en iyisi olduğunu ifade eden şeyler anlatırdı.

Küçük rakamlara hiç inmezdi, kesinlikle milyon dolarlarla ifade edilen işler yapmış olur, hani nerede paralar diye sorulduğunda da, bir şekilde orada sevmediği bir kişi ya da bir tavır yüzünden kazancını orada bırakıp çıkmış olurdu.

Peki kimdi bu Faysal abi, sizin ofiste ne işi vardı? diye soracak olursanız; kim tanıştırdı, nereden geldi, nasıl o kadar süre takıldı bizimle, ne iş yapmaya çalışıyorduk, o noktaya nasıl geldik, biz de o gün bugündür bir anlam veremedik.

Madem adamı dinlemiyordunuz, bu kadar detayı nasıl hatırlıyorsun? derseniz, müzik listesinde hep aynı müzikler çalınca ezberlersiniz ya, en sevdiğiniz şarkıyı, bizim bu hikayeleri dinlediğimiz kadar dinlememişsinizdir.

Tamam sadede gel, 3 milyon dolar nasıl kazanılır dedin, bir çuval hikaye anlattın dediniz, duyuyorum.

 

Bir gün sahtecilikle ilgili bir haber vardı gazetede, onun üzerine konuşuyorduk.

-Benim kuzenimin kocası dolar basıyordu, gerçeğinden ayırt edilemediği için suç sayılamıyor ve tutuklayamıyorlardı, adam muhteşem bir ustaydı, birebir aynısını basıyordu, dedi Faysal abi.

-Eeee, no’oldu peki, öyle normal dolar basmaya devam mı ediyor yani şimdi?

-Yok abi, CIA’den geldiler birkaç defa, görüştüler, sonuç olarak anlaştılar.

-Nasıl yani?

-Biz sana her ay üç milyon dolar verelim, sen de daha dolar basma abi, dediler.
Her ay üç milyon dolar alıyor şimdi, keyif gıcır, yazlığında yaşıyor öyle.

-???!!!

Ayda 3 milyon doların nasıl kazanılamayacağını anlattım.


Diğer 3 Milyon Dolar yazıları için buraya tıklayabilirsin.